İsrail’in İran’a yönelik hava operasyonları artık yalnızca nükleer tesislerle sınırlı değil. Son günlerde başkent Tahran’da Emniyet Müdürlüğü binası ve devlet televizyonu gibi rejimin sembolik kurumları da doğrudan hedef alındı. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun “İhtiyacımız olanı yapıyoruz” ifadesi, Tel Aviv’in artık İran’daki rejimin yapısal unsurlarını hedef aldığına dair güçlü sinyaller veriyor.
Uzmanlara göre, İsrail’in bu yeni stratejisi yalnızca askeri hedefleri bertaraf etmeye yönelik değil. Carnegie Endowment’tan Karim Sadjadpour ve Foundation for Defense of Democracies’ten Behnam Ben Taleblu gibi analistler, bu saldırıların İran rejimini zayıflatmayı ve hatta dönüştürmeyi amaçladığını dile getiriyor. Her iki uzman da mevcut operasyonların artık askeri değil, siyasi sonuçlar hedeflediği konusunda hemfikir.
Hava Saldırıları Rejimi Yıkar mı?
Tarihsel örnekler bu konuda temkinli olunması gerektiğini gösteriyor. II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Almanya ve Japonya’daki ağır bombardımanların, halkı isyana sürüklemek yerine, çoğu zaman rejimin arkasında kenetlenmeye sevk ettiğini hatırlatan uzmanlar, aynı etkinin İran’da da görülebileceğini belirtiyor. Hava saldırılarının rejim değişikliğine yol açma ihtimali zayıf görülüyor.
Alternatif Yol: İçten Gelen Bir Dönüşüm
Dış müdahale yerine iç dinamiklere dayalı bir değişim öneriliyor. İranlı milliyetçiliğinin yeniden tanımlanarak rejime karşı bir meşruiyet alanı oluşturulması gerektiği belirtiliyor. Ekonomik baskı altında kalan halkın taleplerinin ön plana çıkarılması, ülkenin geniş etnik yapısıyla çatışmayan bir ulusal birlik oluşturulması ve monarşiye dönüş gibi nostaljik ama işlevsiz seçeneklerden uzak durulması gerektiği vurgulanıyor. Reza Pahlavi’nin adı geçse de bu kalıcı bir çözüm olarak görülmüyor.
İran yönetiminin kaynaklarını Hizbullah, Hamas ve diğer bölgesel vekil güçlere aktarması, halk arasında tepki yaratıyor. Bu durumu hicveden sosyal medya içerikleri de yaygınlaşıyor. “Önce pencereleri, sonra ön kapıyı açık bıraktılar” gibi ironik ifadeler, rejimin dış politikadaki önceliklerinin iç kamuoyunda giderek sorgulandığını gösteriyor.
Uzmanlar, İran’da yeni bir milliyetçi liderliğin yükseltilmesi gerekliliği üzerinde duruyor. Bu liderliğin, rejimin anti-Amerikan sloganlarının ötesine geçerek “İran Yaşasın” diyebilecek kapsayıcı ve umut vadeden bir perspektif sunması gerektiği belirtiliyor. Bu yaklaşım 1814 Viyana Kongresi sonrası Avrupa’da olduğu gibi bir istikrar dalgasını başlatabilir.
İsrail’in saldırıları İran’da ciddi stratejik ve psikolojik etkiler yaratıyor. Ancak uzmanlar, dış müdahaleyle rejim değişiminin zayıf bir ihtimal olduğunu; gerçek dönüşümün içeriden, halkın taleplerine dayalı ve milliyetçi temelli bir liderlik ile mümkün olabileceğini savunuyor.