Tahran, sadık silahlı gruplar aracılığıyla uzun yıllar boyunca bölgedeki etkisini genişletmişti. Ancak İsrail, bu süreçte farklı bir yaklaşım benimsemişti. Şimdi ise İsrailli liderler, azınlık gruplarla iş birliği yaparak bölgedeki stratejik fırsatları değerlendirmeyi gündeme alıyor.
Başbakan Benjamin Netanyahu, İran’ın vekil ağını geriletme konusundaki başarılarını vurguladı. Netanyahu, “İran’ı koruması gereken Hizbullah’ı çökerttik. İran, Hizbullah’ı koruyamadı. Tüm ekseni tam ortadan ikiye böldük.” açıklamasını yaptı. Ayrıca İran’ın Suriye, Lübnan ve Hamas’a milyarlarca dolar harcadığını ve bu yatırımların boşa gittiğini belirtti.
İran, 1979 İslam Devrimi’nden bu yana bölgedeki nüfuzunu artırmak için Şii milisler ve vekil güçlerden oluşan bir ağ kurdu. Ancak son yıllarda İsrail, İran’ın bu vekil ağlarına karşı başarılar elde etti. Bu durum, İsrail için bölgedeki yeni fırsatların kapısını araladı.
Patron-vekil ilişkisi, daha güçlü bir aktörün dış politika hedeflerine ulaşmak için yerel bir gücü kullandığı bir modeldir. İran, bu modeli başarıyla uygulayarak mağdur Şii topluluklardan sadık müttefikler kazandı. Lübnan Hizbullah’ı, Irak’taki Şii milisler ve Suriye’deki Esad rejimi bu modelin başarılı örnekleri arasında yer alıyor.
Tarihsel olarak İsrail, azınlık topluluklarla iş birliği yaparak sınırlarını koruma ve düşmanlarını zayıflatma stratejisini benimsemişti. Bugün de bu yaklaşımı yeniden canlandırarak bölgede etkinliğini artırabilir.
Sınırdaki Müttefikler: İsrail ve Kürtler Gizli İttifaklar
1960’larda düşmanlarla çevrili olan İsrail, güvenlik stratejisinin merkezine Arap Orta Doğusu çevresindeki aktörlerle bağlar kurmayı koydu. Bu dönemde İsrail, çevre ülkelerle askeri ve istihbarat işbirlikleri geliştirmeye öncelik verdi.
Moshe Dayan Orta Doğu ve Afrika Çalışmaları Merkezi’nden Yogev Elbaz, 2022 tarihli çalışmasında, “İsrail, İran, Türkiye ve Etiyopya ile gayri resmi gizli temaslar yoluyla oluşan ittifaklar sayesinde askeri ve istihbarat işbirliğinden başlayarak tarım, su yönetimi, sanitasyon ve tıp gibi alanlarda teknik yardım sağladı.” ifadelerini kullandı. Bu sayede İsrail, Afrika’da nüfuz elde ederek yeni bağımsızlık kazanan birçok Afrika ülkesiyle ilişkilerini geliştirdi. Ayrıca Lübnan Marunileri, Levant Dürzileri ve Güney Sudan’daki gayrimüslim topluluklar gibi Orta Doğu’daki azınlıklarla bağlantılar kurdu.
1960’larda İsrail, Irak’ı en büyük düşmanlarından biri olarak görüyordu. 1948 Bağımsızlık Savaşı’nda Irak, İsrail’e karşı en büyük Arap askeri gücünü oluşturarak önemli bir rol oynamıştı. İsrail, bu tehdidi bertaraf etmek için Iraklı Kürtlerle işbirliği yaptı. 1961’de Molla Mustafa Barzani liderliğinde başlayan Kürt isyanı, iki yıl sonra İsrail ile temas kurmaya başladı.
İsrail, İran ile birlikte Kürt direnişini desteklemek için Irak Kürdistanı’na küçük ekipler gönderdi ve silah, gıda ve tıbbi malzeme yardımı yaptı. 1965 yılına gelindiğinde İsrail’in bölgede kalıcı bir varlığı oluşmuştu. Bu destek, Kürtlerin Irak’a karşı önemli zaferler kazanmasına olanak sağladı. 1966’da Handrin Dağı’ndaki bir savaşta, İsrailli danışman Sagi Chori’nin liderliğinde bir Irak tugayı imha edildi.
Ancak bu işbirliği, İsrail’in beklediği stratejik sonuçları getirmedi. 1967 ve 1973 savaşlarında Kürtler, Irak’ın İsrail’e kuvvet göndermesini engellemek için aktif bir rol üstlenmedi. 1975 yılında İran ve Irak arasındaki anlaşma sonrası Tahran, Kürtlerle ilişkisini kesince İsrail de geri adım atmak zorunda kaldı ve ayaklanma dağıldı.
Yemen Müdahalesi: İsrail’in Gizli Operasyonları
1960’larda İsrail, Yemen İç Savaşı’na gizlice müdahil oldu. Bu stratejik hamle, hem Mısır’ın askeri yeteneklerini zayıflatmayı hem de bölgede istihbarat elde etmeyi hedefliyordu.
1962’de Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır, imam Muhammed el-Bedr’i deviren subayları desteklemek için Yemen’e on binlerce asker gönderdi. El-Bedr, kuzey Yemen’e kaçarak Husiler dahil olmak üzere birçok Şii kabileyi, Kahire destekli Yemen Arap Cumhuriyeti’ne karşı bir araya getirdi. Sert bir iç savaş başladı.
İsrail, Mısır yanlısı cumhuriyetçilere karşı kralcıları desteklemek için İngiltere, Ürdün ve Suudi Arabistan’la iş birliği yaptı. Bu, hem Mısır’ın Yemen’deki askeri varlığını sıkıştırmak hem de istihbarat toplamak için bir fırsat sundu. Özellikle, Mısır Hava Kuvvetleri’nden firar eden Mahmud Abbas Hilmi’nin, Mısır’ın Yemen’de kimyasal silah kullandığını ifşa etmesi, İsrail’in monarşistlere yardım kararını hızlandırdı.
İngiltere’nin talebiyle İsrail Hava Kuvvetleri (IAF), 1964’te işaretlenmemiş Boeing 377 Stratocruiser uçaklarını kullanarak Yemen’e silah ve malzeme sevkiyatı yaptı. Bu operasyonlar, İngiliz paralı askerlerle koordinasyon içinde yürütüldü ve kabile güçlerinin yaktığı ateşler navigasyon için rehber olarak kullanıldı. İsrail, iki yıl boyunca Yemen’e toplam 14 gizli uçuş gerçekleştirdi. Bu uçuşlardan biri, Bedr’in kabile liderleriyle bir mağarada buluştuğu sırada gerçekleşti. Gökyüzünden düşen silahlar, kabile liderlerini Batı’nın desteğinin kralcılara yöneldiğine ikna etti ve birçok kabile Bedr’e sadakat yemini etti.
İsrail, Mısır’ın hava saldırılarından haberdar olduktan ve bu saldırıları engellemek için yeterli istihbarat topladıktan sonra operasyonlarını sona erdirdi. Her ne kadar 1970’te cumhuriyetçiler galip gelse de, İsrail için bu misyon stratejik bir başarı olarak değerlendirildi. Düşük maliyetli bu müdahale, Mısır’ın Yemen’deki savaşını uzatarak, 26.000 kadar Mısırlı askerin hayatını kaybetmesine neden oldu. Bu kayıplar, Mısır ordusunun 1967 Altı Gün Savaşı’ndaki etkisiz performansına katkıda bulunan bir faktör olarak görüldü.
Lübnan İç Savaşı ve İsrail’in Vekalet Savaşı Stratejisi
İsrail’in en belirgin vekalet ilişkisi, güney Lübnan’daki Marunilerle olmuştur. İki toplum arasındaki bağlar, devlet öncesi döneme kadar uzanıyordu. Maruni Patriği Antoine Arida’nın 1946’da Yahudi Ajansı ile Yahudi devletini destekleyen bir anlaşma imzalaması, bu ilişkinin temellerinden biri olarak kabul edilir.
1950’lerde İsrail, istihbarat karşılığında Lübnan sınırındaki Hristiyan köylerine silah gönderdi. Ortak düşman Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 1970’lerin başında operasyonlarını güney Lübnan’a taşımasıyla bu ilişki İsrail için daha da stratejik hale geldi. FKÖ, burayı İsrail’e karşı saldırılar için bir üs olarak kullanmaya başlamıştı.
Lübnan İç Savaşı ve İsrail’in Müdahalesi
1975’te Lübnan İç Savaşı’nın başlaması, İsrail’in Marunilere verdiği desteği artırdı. İsrail, sınır ötesindeki “Enclave Initiative” kapsamında topçu desteği, iletişim ekipmanları ve silah sağladı. Zamanla, kuzeydeki Hristiyanların da yardım talepleriyle İsrail, kendisini Lübnan’daki dinler arası çatışmanın merkezinde buldu.
1977’de, Likud hükümeti döneminde, İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) ilk kez Hristiyanlarla birlikte FKÖ’ye karşı Lübnan’a girdi. Müdahaleler 1978’de FKÖ’nün saldırılarının ardından Litani Operasyonu’yla genişledi. Ancak İsrail, yalnızca FKÖ’yü değil, Suriye ordusunu da Lübnan’dan çıkarmayı ve Lübnan’da Hristiyanlar liderliğinde bir hükümet kurmayı hedefliyordu.
1982: Celile için Barış Operasyonu ve Sonuçları
Haziran 1982’de İsrail, Celile için Barış Operasyonu’nu başlattı. Ancak suikast sonucu Beşir Gemayel’in ölümü, Hristiyan liderliğinde dostane bir hükümet kurma çabalarını sona erdirdi. Ardından Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında Hristiyan Falanj milislerinin binlerce Filistinli sivili katletmesi, İsrail’in harekâtını uluslararası arenada başarısız kıldı.
Güney Lübnan Güvenlik Bölgesi ve Çekilme
1985’te İsrail, güney Lübnan’da güvenlik bölgesi kurarak yerel güçler aracılığıyla bölgenin güvenliğini sağlamaya çalıştı. Ancak Hizbullah’ın saldırıları, bu çabaları zayıflattı. İsrail, 15 yıl süren çatışmalarda yüzlerce askerini kaybetti ve 2000 yılında güvenlik bölgesinden çekilmek zorunda kaldı. Güney Lübnan Ordusu (SLA) hızla çöktü ve Hizbullah, bölgenin kontrolünü ele geçirerek İsrail için uzun yıllar tehdit oluşturdu.
Azınlıklarla İttifak: İsrail’in İran’a Karşı Yeni Planı
İsrail’in Güney Lübnan’daki tecrübeleri, İran’a karşı kendi vekil ağını oluşturma fikrine yaklaşımını şekillendiren uzun bir travma olarak hatırlanıyor. Çeyrek asırdır süren bu travmaya rağmen, İran’ın sınırındaki vekil güçlere silah ve para akıttığı dönemde bile İsrail, benzer ortaklıklardan kaçındı.
Ancak İsrail’in bu tutumunu değiştirdiğine dair bazı işaretler var.
Suriye’deki iç savaşın en yoğun dönemlerinde İsrail, İran destekli grupları sınırdan uzak tutmak amacıyla güney Suriye’deki isyancılara askeri yardım sağladı. Bu yardımlar kapsamında binlerce Suriyeli, İsrail’in klinik ve hastanelerinde tedavi gördü. “İyi Komşu Operasyonu” adı verilen bu girişim, İsrail’in bölgesel vekil işbirliklerine yönelik tutumunda değişim sinyalleri olarak değerlendirildi.
Eylül ayında göreve dönen Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar, İran’a karşı bir “azınlık ittifakı” oluşturulması gerektiğini vurguladı. Sa’ar, Ortadoğu’daki Kürtler ve Dürziler gibi topluluklarla bağların güçlendirilmesi çağrısında bulunarak, “Her zaman azınlık olacağımız bir bölgede doğal ittifaklarımız diğer azınlıklarla olacaktır” dedi.
Başbakan Benjamin Netanyahu ise bu konuda daha temkinli bir yaklaşım sergileyerek, “Suriye sınırımızın ötesindeki herkese barış elimizi uzatıyoruz: Dürzilere, Kürtlere, Hristiyanlara ve İsrail ile barış içinde yaşamak isteyen Müslümanlara” ifadelerini kullandı.
Bu ay, sosyal medyada dolaşan bir video, Suriye’nin güneyindeki Hader köyünde yaşayan bir Dürzi topluluğunun, Golan Tepeleri’nin İsrail’e ilhak edilmesi çağrısında bulunduğunu öne sürdü. Ayrıca İsrail medyasına göre, Suriyeli Kürtler İsrail ile iletişim kurmak için bir kanal oluşturma girişiminde bulundu.
İsrail liderleri, askeri başarılarının yarattığı fırsatların farkına varırlarsa, geçmişteki vekil ilişkilerinden önemli dersler çıkarabilir. Orta Doğu’nun dinamik yapısında, İsrail’in Arap toplulukları da dahil olmak üzere potansiyel müttefikleri bulunuyor. Ayrıca, Batılı ve bölgesel ortaklarla çıkarlarının örtüştüğü durumlarda, tek başına hareket etmek zorunda değil.
Ancak bu yaklaşım riskleri de beraberinde getiriyor. Vekillerin çıkarları her zaman patronunkilerle örtüşmeyebilir. İstemediği çatışmalara çekilebilir veya vekillerinin eylemlerinden sorumlu tutulabilir.